Raven Orlov Slytherin &. 7. Sınıf
Mesaj Sayısı : 6 Kayıt tarihi : 05/06/11
| Konu: Orlov, Raven. Paz Haz. 05, 2011 8:06 pm | |
| Ad Soyad: Bilinen adıyla Raven Orlov. Raven kendisine zamanında verilmiş bir lakaptır ama kendisi bile gerçek ismine tepki veremez hale gelmiştir. Hogwarts kayıtlarında adı O. Orlov olarak geçmektedir. İstenilen Sınıf: Yedi. Karakter Özellikleri: Acımasız bir karakteri var Raven'ın, o, hikayelerindeki taş kalpli cadıdır bir nevi ya da belki bir kabus, bir karabasan? Onu tanıyanlara sorun, size Raven'ın sonsuz bilgelik dolu gözlerine dolan bakışlarda ne gördüklerini anlatacaklardır. Kimileri doğan güneşi bile batıracak karanlığı, kimileri de tarihin kanlı sayfalarına bıraktığı leşleri gördü o gözlerde. Raven aşık olan kadın da oldu, aşık olunan kadın da. Yıllar ona iyi bir dinleyici, iyi bir sırdaş olmayı ve asla başkalarına açılmamayı öğretti. İçinde, asla dinmeyen, seneleri devirdikçe kaynağından taze fışkıran su gibi bereketli hırsları, uğruna hayatını bir kan gölüne döndürdüğü arzuları vardır. Emin olmanız gereken tek şey ise Raven'ın istediği şeyi eninde sonunda elde edecek olmasıdır. Tutkusu, hırsları ve kendine duyduğu o aşk Raven'ın surları aşılamaz bir kale olan kişiliğini oluşturur. Aynı zamanda pek olumlu bir insan sayılmaz ama zıtlıklarla dolu bir karaktere sahip olduğundan yüzüne yapıştırılmış gibi, dudaklarından hiç eksik etmediği gülümsemesiyle dolanır hep. Fiziksel aktivitelerin ruha yansıdığının kanıtıdır, vücudu zinde oldukça o da mutlu bir insandır. Kitap okumayı oldukça sever, Karanlık Sanatlar'a karşı büyük annesinden gelen bir meraka sahiptir. Güvenilir bir insandır ama ihanet etmeyeceği tek kişi kendisidir. İdealist bir yapısı yoktur, gerçekçidir. Kendini insanlardan üstün görmez ama her şeyi yapabileceğine inanır. Onun gözünde imkansızın tanımı çok farklıdır. En büyük tutkusu ise dil öğrenmek, Raven şu ana kadar ana dili olan Rusça da dahil olmak üzere dört dili akıcı bir şekilde konuşabiliyor. Nekromansi ve karanlık büyü ile oldukça ilgilidir. Kısaca Kurgu Özeti: Raven başarılı bir öğrenci, okulda her zaman kendi adını duyuran birisi oldu fakat o daha çok kendi dünyasını yaşamaktan yana ısrarcı. Çevresine karşı duyarsız, etrafında önem verdiği pek kişi yok. Orlov ailesinin tek varisi ve kuşaklardır alınlarında bir leke gibi taşıdıkları geçmişi, İngiltere'de bilinmiyor. Sırf bu yüzden rahat, göze batmamaya çalışıyor, ne kadar başarılı olduğu bilinmez. Aile Geçmişi: Raven Rus asıllı. Ebeveynleri hala sağ ama o zamanında, büyük bir hayranlık beslediği büyük annesinin içinde rahatlıkla kaybolabileceğiniz malikanesinde yaşamaya karar vermiş. Büyük annesi, Fedora, onun için bir idoldür. Fedora, pek de yasal olmayan Nekromansi dalında uzmanlaşarak kendi bedenini muhafaza etmeyi başarmıştır. Raven'ın Hogwarts'a başlamasında ısrarcı olan yine kendisidir, aynı zamanda Raven'ın özgüveninin asıl mimarıdır. Orlov ailesi ise gözden düşmüş bir safkan ailesidir. Ailenin gözden düşüşü iki kuşak öncesinin Boris Orlov'una dayanır. Kendisi Rusya'da rejim değişikliği adına komünist bir hareket yürütmekle suçlanıp ölüme mahkum edilmiştir. Elbette ölümünün sebebi ve ölümünün ardından yapılan propagandaların arasında karşıt rejim savunucuları var. Yinede kuşaklardır safkan Orlov ailesinin soyadlarından utandıkları o zamanlar geride kaldı. Raven ise Hogwarts'a başlayacak ilk Orlov.- Örnek RP:
Yorganların altına saklama gereği duymadığı çıplak bedeni bir başka çıplak bedene dayalıydı. Koyu kahverengi saçları güçlü bir erkek göğsüne dağılmıştı, başı, teri soğumuş tene yaslı, nefesleri dakikalar önce paylaşılan hazzın ardından yeni yeni düzene giriyordu. Kapalı göz kapaklarının ardında ise tenine kazınmış yaraları gibi geçmişinin bir parçası olan küçük bir kızın yüzü vardı. O yüze dair hatırlayabildiği tek şey katliamdı, Katja bir meleğinkini andıran ufacık suratta dünyevi bir sanat görüyordu. Masumiyet ile aynı çarkta karıştırılmış acı ve korku yüzün sahibine dair içinde kötü duyguların uyanmasına sebep olmuştu o yüz o sabah. Katja’nın kendisi alevlere ve alevlerin doğurduğu cehennem yaratıklarına teslim edilirken babasının kurtarmayı tercih ettiği kişi kız kardeşi olmuştu. Katja’nın her zaman kendinden bile çok sevdiği kız kardeşi, bir melek, Katya. Bu yüzden babasına minnet duymuştu incecik bileklerinden kızı yakalayıp canavarların arasından kurtardığı zaman. Yinede içinde kendi hayatı için ağlayan bir yan vardı ki Katja vücudunu dağlayan alevleri ya da kollarını tırmalayacak kadar yakınındaki kurt adamları hissedemez olmuştu. Ardından babasını görmüştü, kucağında Katya ile çıktığı kapıdan içeri girerken, diğer kızını kurtarmak için. İs ağzından boğazına dolar, alevler gözlerini bulandırırken ileri adım atmaya çalışmıştı fakat tavanın bir kısmının babasının üzerine çöküşü kızın yaşamak adına verdiği o son çabayı da kurutmaktansa daha da güçlendirmişti. Kız kardeşi için korkmuştu, onu bulabileceklerinden, öldürebileceklerinden hatta daha da kötüsü, dönüştürebileceklerinden. Çok güzel kokardı Katya, hiçbir meyveye benzemezdi kokusu ama yinede meyve gibi kokardı. Bir bebek gibi. Onu bulabileceklerinden neredeyse emindi bir hayvan gibi ölüme direnirken. Belki de kıyameti bu olmuştu Katja’nın. Onun gözlerindeki hiddeti ve yıkıcılığı gören kurt adam öldürmemiş, tadına bakmamıştı kızın. O yüzden kızı önce kendi seks kölesi, ardından da başkalarının seks kölesi olmaya zorlamıştı. Sonun başlangıcıydı ve Katja tastamam on yaşındaydı, ne eksik ne fazla. Her şeye rağmen Katja’nın en çok canını yakan ise kendisine bunları yapan adama zamanında baba diyebilmiş olmasıydı. Sapkın, saptırılmış bir çocuğun aklı ile kötünün en iyisine inanmış, o adamı uğruna hayatını harcayacak kadar çok sevmişti. Kanının dökülmesine, çocuksu masumiyetinin gün be gün çalınmasına göz yummuştu. Bunları yaparken adama itaat etmiş, kendisine ihanet etmiş ve eninde sonunda bir av, bir oyuncak olarak yerel bir sürüye satılmıştı. Katja böylece de ayın kölesi olmuştu. Her şeyin ardından ise inanmamaya direttiği kader başka bir dalavere ile komik bir e-posta adresi çıkartmıştı karşısına, o nefret ettiği teknoloji aracılığıyla. Katja stüdyo dairesine bilgisayarı kuran komşusunun uyardığı gibi bir spam maili olabileceğini düşünmüş olsa da merakını yenememişti ve gözünü alan o pis sarı renge tıklamıştı. Keşke komşusunun uyarısınu dinlemiş olsaydı, böylece kız kardeşini görecek olması gerçeğinden kaçabilirdi.
“Uyanık mısın?” Omzuna dokunan eli itmemek için kendisini zor tuttu genç kadın. Yatakta yavaşça doğruldu ve badem biçimli ela gözlere baktı. Güzel gözlerdi, Katja’yı önceki gece gafil avlayan her daim müstehcen bakışlara sahipti. Oysa o gözlere ikinci defa alıcı gözü ile bakınca yeniden duygusuz kimliğine dönmüştü. Katja için duygu hissetmek kişiye mahsustu ve istediği şeyi elde edip tadına baktıktan sonra o tat damağından silinirdi ve kadının gönlünü hoş tutamayacak bir canlının yaşamını sürdürmesi gereksizdi. Bu yüzden gülümsedi ve eğilip şiş dudaklara tutkulu bir öpücük kondurdu. Çıplak üst vücudunu adını bile hatırlayamadığı adamın göğsüne yaslamıştı. Kalp atışlarını kendi kalp atışlarına karışırken hissedebiliyordu ve içinde bastırılması imkansız bir arzu büyüdü. Arzusu parmakların ucuna bulaşacak yapış yapış kana duyulan arzuydu. O sabah Katja bedenini tatmin etmişti fakat senelerdir çalkalanıp giden ruhunun da ihtiyaçları vardı, öldürdüğü zaman kendisine ait olacak bir başka ruh gibi. Katja öldürdüğü her yaratığın ya da insanın gözlerindeki bakışın yansıttıklarına bürünürdü bir süre için ve o sabah da bir önceki sabah ve ondan öncekiler gibi kendisinden hoşnut değildi. Sağ elini tereddüt etmeden iki beden arasına kaydırdı. “Kahvaltı zamanı.” dedikten sonra gülümsedi ve adamın da gülümsediğini gördü, sanki aklına bir şey gelmiş gibi kahkahası büyürken ela gözleri kısıldı ve Katja adamın kalbinin üzerine yerleştirdiği elini acımasızca dokuları yırtarak ete gömdüğünde kırılan kaburgaların sesi kahkahalar son bulurken çınladı. İşte, sağ avucunun içinde tapılması gereken tek ilah olan şey, bir canlının kalbini tutuyordu. Hala atan, güçlü bir kalp, diye düşündü et parçası son takati ile vücuda kan pompalamaya çalışırken. Duyduğu haz ile gözlerini kapattı ve sıcacık kan çıplak bedenleri kaplar, ardından da bembeyaz çarşaflara akarken kendinden geçti. Zevkten siyaha kesmiş bir cennette, lavların arasında kavruluyordu ve bedeninin altında yaşam enerjisi kendisini terk ederken gittikçe soğuyan ceset, tapılmayı hak eden bir put haline geliyordu. Ancak dakikaların ardından yüzünü ölü yaradan kaldırabildi, ela gözlü adamın kalbi belki de o güne kadar yediği en tatlı kalpti, en sağlıksızıydı. Katja tekrar doğruldu ve kapalı perdelerin ardından içeri süzülen güneş ışığı ile kemiklerini esnetti. Aynadaki yansımasına takıldı gözleri. Bir atı sürermiş gibi iki bacağının arasına yerleştirdiği erkek cesedi, ağzından vücuduna doğru taze açılmış bir yara izlenimi veren kan şeritleri iniyor, özellikle de çıplak göğüslerinde yoğunlaşıyordu. Katja, ölüm gibi görünüyor olsa da bembeyaz teni ile aydan kopmuş ya da ayın kendisi gibi, gökyüzüne aitti. Bir Tanrıçaydı.
*** Seine her zamanki gibi pisti ve Katja’nın burnu sabahki kan deryasının ardından o yoğun kokuyu reddediyordu. Omuzlarına bir şal atmış, nehir yatağı boyunca yürümeyi tercih etmişti kendisine zaman ayırmak adına. Hala Katya’yı görmek istediği konusunda emin değildi ve sabah yeniden kendi kimliğine bürünüşü, olduğu şey verdiği kararı boylu boyunca düşünmesine sebep olmuştu. Katya’nın hayatına girerek ne elde edebilirdi? Kız kardeşi genç kadına yük olurdu muhtemelen, belki de yükünü hafifletirdi fakat Katja omuzlarındaki yükü onunla paylaşamazdı. Sarışın meleğin hala aynı melek olduğundan emin, gün doğumu gittikçe daha parlak bir hal alırken geri dönebileceğinden yana da şüphe duyuyordu. Doğası gereği ölümcül bir merakı vardı ve ruhunun içinde muhafaza edebildiği ufak bir parçası kız kardeşi için özlem duyuyordu. Onun hayatta olduğundan şüphe ettiği tek bir saniye bile olmamıştı, eğer Katya’sı ölse Katja bunu hissederdi. Ne şekilde hissederdi bilmiyordu ama o yoksunluk duygusunu tanıyabileceğinden emindi. Her zaman Katya bir parçası olmuştu ve onun ölümünü tabir etmek gerekirse herhangi bir uzvunun kopmasından farksız olurdu. Katja sakat kalırdı, asla tam olamazdı, tamamen eksik de olamadığı gibi. Kıyı şeridinden uzaklaşıp kafeler sokağına girerken ise ya o eksik parçayı tamamlayacak ya da kendini tamamen kaybedecekti Katja. Kız kardeşi ise muhtemelen ruhani bir ölümle karşı karşıyaydı. Katja her hayata ölüm getirirdi. Ona göre inanılmayı hak eden tek Tanrı, Ölüm’dü. “Gülümse.” İrkilerek arkasını döndü düşüncelerinden sıyrılarak ve eski bir makinenin deklanşör sesini duydu. Fotoğraf makinesinin ardındaki yaşlı adama ifadesiz gözlerle baktı ve karşılığında elde ettiği bir mükâfat sayılabilecek kadar anlayışlı bir gülümsemeydi. “Paris’e hoş geldiniz.” Katja fotoğrafçıyı başıyla selamladı, adamın Paris derken kullandığı Fransızca katıksız ve anlaşılmazdı fakat Katja hiçbir dile ya da dine, ırka yabancı olmadığından aşina olduğu o deyişi yıkan telaffuzu ile yaşlı adamı sevmişti. Ne var ki yolun başındaki kafede kendisini bekleyenin cazibesine karşı koyamıyordu, durup yaşlı fotoğrafçı ile sohbet etmeyişinin sebebi kendisine düşünecek kadar zaman verse Katya ile buluşmaktan vazgeçecek olabileceğiydi. O yüzden adımlarını hızlandırdı ve sokaktaki kruvasan kokusunu içine çeke çeke ufak kafeye ve bir terası andıran girişine vardı. Aradığı kişiyi bulamamayı dileyerek gözlerini insanlar üzerinde gezdirdi fakat ses tam arkasından gelmişti. “Evet, benim.” dedi sese cevaben. Açık kumral saçları ve dudaklarının yumuşacık kıvrımı ile hala bir melekten farksız kıza baktı önce, uzun uzun, ardından masaya oturdu. “Hiç değişmemişsin Katya.”
| |
|
Elliot Devereaux Clémentine's Çalışanı
Mesaj Sayısı : 68 Kayıt tarihi : 06/03/11
Mini Lejant Savaş Tarafı: Aydınlık RP Yaşı: 25 RP Partneri:
| Konu: Geri: Orlov, Raven. Paz Haz. 05, 2011 8:19 pm | |
| Başvurunuz kabul edilmiştir. İyi RP'ler! | |
|