Genç kadın gözlerini solmuş kağıda indirdi ve elindeki yarım kalmış içkiyi, alçak masaya koydu. Bardak altlığı, ne saçma. İnsanlar neden "modernlik” adı altında hayatlarını zorlaştıracak her türlü şeye karşı bir sempati duyuyorlar ki. Bu hazin düşüncelere veda edip elindeki kağıda yöneldi kadın. "Ruh eşi" teriminindi ne kadar saçma olduğunu şimdi anlıyordu. Kâğıdın sonuna mükemmel olarak tasvir edilebilecek harflerle yazılmış isim bunun kanıtıydı ve tabii ki de kağıdın başına da aynı mükemmellikle yazılmış "Veda." sözcüğü. Hayat işte bu kadar kolaydı. Bir kelime ve kelimenin kime ait olduğu siz dâhil herkesin hayatını değiştirebilir. Her insanın ölümlü yaratılarak insansal yaşamaya mahkûm edilmesi de bunu pekiştiriyordu, kesinlikle. Hayat gerçekten çözülmesi güç bir yap-boz oyunu. Hani şu, vakit öldürmek için, ben bitiririm iki güne dediğiniz, kolay mı kolay. Evet. İşte bu yap-bozun adı hayat. Ve genç kadın ilk kez kendi düşünceleriyle birlikte düşündü. Hayat bir seçimse, neden insanlar seçim yapmak zorunda bırakılıyor. Sonuç olarak hayatı meydana getirenler kişi ve elbette ki çevresi. Hatta büyük bir ölçüde. Ama o çevreyi oluşturanlar... Ama bu da bir seçimdir. Genç kadın hızlıca kafasının salladı ve bu saçmalıkları kafasından silmeye çalıştı. Onun dünyasında düşünme yoktu. Sadece obje olma vardı. Tatmin etme. Ve kapının sabırsızca çalınması bunun bir kanıtıydı. Genç kadın bıkkınlıkla ayağa kalktı ve tahta kapıya yöneldi.
###
Gözlerini hayata bir kere daha lanet edercesine açtı. Elleri, kirlenmiş çarşafın üzerinde kendilerini gizlemeye çalışan kediler gibi gizlenmişti. Vücudundaki morluklar, görünmek istercesine loş ışıkta parıldıyordu. Bacakları ise ona ait değilmiş gibi ileriyi gösteriyordu. Karnının üzerinde kalın, kalıplı bir el vardı. Bütün ağırlığını, kadını orada tutmaya çalışıyormuş gibi duruyordu. Kadın yüzünü buruşturdu ve belki milyonuncu defa ölmeyi diledi. Artık bunun nedensiz gerçekleşmeyeceğini bilerek. Ve ilk kez ölmek için çabalaması gerektiğini düşündü. Yeni bir umut ışığı eşliğinde, yanındaki yağ tulumu olan adamı uyandırmamaya özen göstererek ayağa kalktı ve odanın sağ köşesinde, yarısı kırık halde duran aynada, mükemmel hatlara sahip vücuduna son kez baktı. Son kez olmasını umarak...
Çıplak ayakları sert zemine kısa süreli yapışıyordu. Gözlerini yumarak yavaşça yutkundu. Elleri tutunacak bir yer arıyordu ama genç kadın kararlıydı. Ruhunu özgür bırakmanın neresi kötüydü. Evet, ruhunu özgür bırakacaktı. Ruhsuz bedeninin önemsiz görünmesini istemiyordu ama. Bu nedenle yerdeki kirli iç çamaşırını üstüne geçirdi. Ve kirlenmiş kısa kollusunu. Hışırtılar, kadını durdurmak istercesine odayı dolduruyordu. Yatakta ki adam ise gecenin mutluluğunu sürdürmeyi umarak yatakta kalmayı tercih ediyordu. Belki de kadın yanılmıştı. Belki de dünyada onun ruhunu ve düşüncelerini istemiyordu. Kadın hem üzüldü hem de yüzünü bir gülümseme yayıldı. Birazdan endişelenmesi için hiç bir nedeni kalmayacaktı.
Hiç bir.
Yavaş adımlarla otel odasının paslanmaz çelikten yapılmış, inanılmaz güvenli penceresine yaklaştı. Sabahın soğuğunun içeri girmemesini umarak pencereyi kendine doğru çekti ve Los Angeles'ın inanılmaz manzarasının kendisini son bir kez çarpmasına izin verdi. Ellerini iki yana açarak bacaklarını pencereden dışarı sallandırdı. Rüzgârın yüzünü okşayışını hissetti. Yaşamayı hissetti. Sebepsizliği ve bir hiçlik yaşamanın acılarını hissetti. Ve ölmek için can attı. Ellerini iki yanından çekerek bacaklarının üzerine koydu. Mermerin soğuğunu kalçalarında hissediyordu. Gözlerini yumdu ve sadece ileri doğru eğildi. Yüzünü bir bıçak gibi kesen rüzgarda kahkahalar atarak eğlendi. Ve kadın ilk kez mutlu oldu.
Ölümüyle.