Lorelei Aurel Slytherin &. 6. Sınıf
Mesaj Sayısı : 3 Kayıt tarihi : 02/07/11 Yaş : 28
| Konu: Lorelei Aurel. C.tesi Tem. 02, 2011 11:14 pm | |
| Ad Soyad: Lorelei Aurel Karakter Özellikleri: Çok hareketlidir ki bundan dolayı çok göz önündedir. "İç güzellik lafı halt etmiş." Onun için dış güzellikten önemli hiç bir şey yoktur. Dostlarını satmaktan çekinir gibi görünse de asla çekinmez. Eğlenmeyi sevdiğinden dolayı okulda bir çok olay çıkarmıştır. Soyut kavramlara önem vermez. Somutluklara göre hareket eder ve aşka önem vermez, inanmaz. Takmaktan nefret ettiği bir gözlüğü vardır, küçükken dalga konusu olduğu bir gerçektir. Kavga etmekten asla çekinmez. Onunla kavga etmeniz için en ufak bir kıvılcım yeterlidir. Kısaca Kurgu Özeti: Genç cadının derslerde gösterdiği başarısı ile ilgisizliği büyük bir çelişki oluşturur. Derslerde olan umursamazlığı, profesörlere karşı gelmesi ve onlarla ağız dalaşına girmesi bunun tam tersini işaret eder her zaman. Ancak Lorelei onları şaşırtıp sınıfını iyi bir dereceyle geçmiştiğinde ise egosuna diyecek olmaz. Ailesini kaybetmiş, büyükannesinin kucağında büyüyen bir cadıdır. İkizini kaybettiğinden dolayı üzüntü duymaması ona olan nefretinin kanıtı olmuştur. Aile Geçmişi: Normal bir büyücü ailesiydi, normale göre zengindiler. Bakanlıkta çalışıyordu annesi de babası da. Özel görevlerde çok bulundular; bu yüzden Lorelei sürekli büyükannesinde kalıyordu. Bir gün göreve gittiklerinde bir daha dönmediler. Bakanlık tarafından karanlıkla yapılan savaşta öldüklerini söylediler. Ama ne büyükannesi ne de genç cadı buna inanmadı. Her zaman onları bekledi ta ki Hogwarts'a başlayana kadar... Bu yönüyle klasik drama sahip bir geçmişi var kızımızın. İkiziyle hiç anlaşamamıştır ve ondan nefret ederdi. Bir düelloda hile yapılarak öldürülmesine rağmen nefreti soğumadı. Akla sığmayan bir şekilde onu öldürene de kin duymaya başladı ki bu ondan beklenmiyordu. Gerisini ise tahmin edebilirsiniz. Kötülük dolu kavgalarda geçti hep adı. - Örnek Rp:
Gökyüzünde yankılanan sözcükleri duyduğunda kaşlarını çattı genç kadın. Aslında genç sayıldığı söylenemezdi. Yüz yaşındaki tanrıları düşündüğünüzde iki yüz yaşındaki bir tanrıça yaşlı sayılırdı. Konuşmaların bitişini belirten sert ifadeyle elini oturduğu tahta vurdu. Vurmasıyla üzerinde bulundukları bulutlardan bir hava akımı geçti. Siyah gözleri karanlık ve şikâyet dolu bir parıltıyla baktı.
"Sen neden bahsediyorsun?" Sesi öfke doluydu. Karşısındaki tanrı hiç istifini bozmadığı gibi rahat bir tavırla arkasına yaslandı. Yaslandığında saçı sırtını bir örtü gibi örtüyordu. Aynı şekilde sakalının da yere kadar uzandığını söyleyebilirdiniz. Bulutları kıskandıracak derecede bir beyazlığa sahiptiler. Etrafına öfke yayan tanrıçadan daha yaşlı olduğu belli oluyordu. Bedeni yetmiş yaşındaydı ki gerçek yaşını siz düşünün. İşte bu yaşlı tanrı hareketleriyle sizi ele geçirebilecek bir mükemmeliyete sahipti. Ancak ondan daha mükemmel bir şey vardı. O da sağ elinde tuttuğu değnekti. Üzerindeki kabartmalar, korkunç yılanlarla sarmalanmış gibi gösteriyordu değneği. Tam tepesinde mavi ve kırmızı renkleri arasında gidip gelen yuvarlak, cam bir küre vardı. Küreyi değnekten çıkan ince ve hoş kıvrımlar tutuyordu. Küreden yayılan gücü her varlık hissedebilirdi. Tahtında rahatça oturan tanrı, sonunda bir tepki vermişti. Sadece gözlerini kısarak konuşmaya başladı. Gösterdiği azıcık tepki bile içinden yükselen kötülük dolu iyiliği saklamaya yetmiyordu.
"Çok iyi anladın, Peodora. Ne demek istediğimi biliyorsun. Umarım buna karşı çıkmaya çalışmazsın. Çünkü o zaman neler olacağını ben bile söyleyemem." Sesindeki kudreti kuvvetlendiren değnekten yukarı doğru süzülen kırmızı kıvılcımlardı. Tüm bu göstergeleri birleştirdiğinizde varacağınız tek sonuç onun burayı yöneten tanrı olduğu olmalı ki çoğunuzun bunu doğru tahmin ettiğini biliyorum. Tekrar Peodora'ya dönelim. Tanrıça ne diyeceğini bilemez haldeydi. Gözünde korkudan başka bir sürü duygu vardı. Ama sadece korkuyu seçebiliyordunuz. Elleri titremeye başladığında, baş tanrı işaret parmağını sakın deneme dercesine salladı. Yüzüne yansıyan özgüven onu tepetaklak edebilirmiş gibi geliyordu. Ama benim bildiklerimi siz de bilseydiniz bunun imkansız olduğunu anlardınız. Peodora neler olabileceğini veya bunun sonucunun ne olacağını düşünmeden hareket ediyordu.
"Buna boyun eğmeyeceğim, Zeus!" Bağırarak sağ elini Zeus'a doğru kaldırdı. Kaldırmasıyla birlikte avucundan mavimsi bir elektrik dalgası yükseldi. Zeus atak yapamadan güce teslim olduğunda bunun çok uzun sürmeyeceğini biliyordu. Birden yanlarında beliren melekler Peodora'yı şaşırtmışa benzemiyordu. Diğer eliyle bir meleğin bulutlardan süzülmesine neden oldu. Ama pes edecek bir ruhu yoktu. Bir melek tüm gücüyle geri bir atak yaparak Peodora’nın sendelemesini sağladı. İşte o sırada Zeus saldırıya hazırdı. Değneğini Peodora’ya doğru hırsla kaldırdı. Peodora’nın siyah uzun saçları geriye doğru uçuştular. Gözleri acıyla açıldı. Çığlıklar içinde bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Zeus’un duymaya bile tenezzül etmediği şeylerdi bunlar. Vücudu kasılmaya başlayan Peodara artık meleklerin kulaklarını kapatmak isteyeceği ve bulutların titremesine neden olan çığlıklar atıyordu. Ellerindeki damarlar belli oluyordu. Göz pınarlarından kan akmaya başladı. Hiç kimsenin cesaret edemediği şeyi Zeus yapmıştı, bir tanrıçanın kanını akıtmıştı ki bunu yapabilmesi çok normaldi. O baş tanrıydı. Tanrıçanın kan kırmızısı dudakları pudra dökmüş gibi beyazladığında; siyah, vücudunu bir korse gibi sıkan, kolsuz ve epey uzun elbisesi parçalanmaya başlamıştı. Tam o sırada dikkatinizin Zeus'a çekildiğini hissediyordunuz. Bunun nedeniyse gözlerinden çıkan kırmızı kıvılcımlardı. Sesi karanlıkla sarmaş dolaş bir şekilde Peodora’nın acıdan kanayan kulaklarına ulaştı.
“Peodora! Seni lanetliyorum. Artık sen düşmüş bir meleksin. Evet, doğru duydun! Artık tanrıçalığa dair hiçbir gücün yok. Yirmi yaş görünümlü bir melekten farkın yok. Ah, evet, var... Onun gibi bulutların üzerine çıkamayacaksın. Kanatların olmayacak. Sen artık bir hiçsin!” Sesiyle beraber Peodora’ya ulaşan karanlık onun daha çok çığlık atmasını sağlayacak güçteydiler. Hayır, karanlık onun güçlerini emiyordu. Orada olsaydınız Peodora’nın zaten genç olan fiziğinin daha çok gençleştiğine yemin edebilirdiniz. Bir anda sesler kesildi, duyabildiğiniz tek ses Zeus'u elinde tuttuğu değnekten çıkan elektrik benzeri seslerdi. Peodora bilinçsiz bir şekilde bulutlardan süzülürken onları izleyen Hippolyte göz yaşlarını tutamadı. Arkasından gelen kadın parlak kollarıyla onu sarmaladı. Sessizce ağlayan genç kızın kahverengi saçları Peodora’nın saçları gibi upuzundu. Gözlerindeki yaşlar parlıyordu ki bu bir tanrıça olduğunun göstergesi olabilirdi. Arkasından ona sarılan kadının ise sarı saçlarının uçları havada dans ediyordu sanki. Her hareketi ayrı bir akım oluşturuyordu. Zeus’un bile korkacağı bir bakış attı Zeus’un bulunduğu yere. Mavi gözleri öfkeyle parıldadı. Parlak tenli yüzündeki safir renkli dövmeler ilgiyi üzerine çekmeye yetiyordu. Mavi gözleri Peodora’nın bulutlardan düşüşünü sanki kayıt yapmış gibi sürekli gösteriyordu. Hippolyte’ın sesi buna son verdi.
“Anne, ablama ne olacak? O bir tanrıçaydı. Çok güzel bir tanrıçaydı. Babamın bunu yapmaya hakkı var mı? Konuş, lütfen!” Evet, Hippolyte Peodora’nın kardeşiydi. Diğer kadın ise annesiydi. Konuşacak gücü kendinde bulamıyordu ki kızına olan bu şeyden sonra hangi anne konuşabilirdi. Zeus onu sürgüne yollamıştı çünkü giderek ondan daha güçlü olduğunu öğrenmeye başlamıştı. Annesi bunun farkındaydı. Ama Zeus’un bilmediği bir şey biliyordu. Kızını koruyacak biri vardı. İşte o kişi Zeus’u yenebilecek güce de sahipti. O kişi her akşam hevesle yanına gittiği karısıydı.
Peodora gözlerini açtığında göz pınarlarında birikmiş yaşlara engel olamamıştı. Ölmüş müydü? Hayır, ölseydi gideceği yer, babasının göndereceği yer cehennem olurdu. Burada ateş denen lanet olası güç yoktu. Sadece mavilik vardı. Mavilik… Şu an havada öylece duruyordu. Annesinin melodik sesi yankılandı kulaklarında.
“Bir gün Zeus’u yeneceksin. Ama şimdi değil! Seni seviyorum, Peodora. Kanatlarını gizleme gücünü iyi kullanacağını biliyorum. Bulutlara geldiğinde Zeus’a yakalanmayacak kadar zeki olduğunu da biliyorum.” Ama Zeus denen lanet olası yaratık demişti ki… Ah, kimin umurunda! Annesini seviyordu. Eliyle kanatlarının ucuna dokundu, kadifemsi ve beyaz kanatları vardı. Yüzünde oluşan tebessüm her şeyin yoluna gireceğine dair haber veren bir işaret gibiydi. Kanatlarıyla havada süzülürken aklında tek bir düşünce vardı.
Zeus, bir daha ki sefere acı çeken sen olacaksın!
| |
|
Venomous Kaçak
Mesaj Sayısı : 40 Kayıt tarihi : 06/03/11 Yaş : 30
Mini Lejant Savaş Tarafı: KARANLIK RP Yaşı: 25 RP Partneri:
| Konu: Geri: Lorelei Aurel. Paz Tem. 03, 2011 2:34 pm | |
| VI. Sınıf, Slytherin! Keyifli rol oyunları dilerim. | |
|